TARİH ZORLAMAYI SEVMEZ
Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır. O, fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
— Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder, demişti.
Falih Rıfkı ATAY
Kaynak: Falih Rıfkı Atay - Babamız Atatürk
CUMHURIYETIN ILANI
Eski Türkiye"de Cumhuriyet Kavramı
Eski Türkiye'de "Cumhuriyet" sözü "Şapka" sözü kadar kötü ve korkulu idi. Yobaz lugatındaki manası ise "gavurluk" mahiyetinde idi. Gerçi Tanzimat'tan sonraki edebiyatta ilk Halifeler rejiminin Cumhuriyet demek olduğu gibi bir iki fıkraya tesadüf olunabilir. Fakat eski Türkiye'de hiçbir zaman Cumhuriyetçilik diye bir fikir akımı olmamıştır. Olmasına da imkan yoktu. Bir Osmanlıya Cumhuriyetçi demek, o zaman için "gavur" demek, bugün için "komünist" demek gibi bir şeydi...
Nihayet 1923 Ekiminin son günleri gelip çatar. 28'i 29'a bağlayan gece ... yemekte bulunanların çoğu, asker milletvekilleri idi. Aralarında Hariciye vekili İsmet Paşa da vardı. Mustafa Kemal, sabaha doğru, Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna şu fıkranın eklenmesine karar verdiler: "Türkiye devletinin şekli, Hükümet-i Cumhuriyedir."
Eski rejimin son günü idi. Bunu bilenler az, bilmeyenler çoktu...
Cumhuriyetin İlanının Akşamı
O gece birkaç arkadaş Belediye Bahçesindeki gazinoya giderek geç vakitlere kadar şenlik yaptık. Beraber olduklarımıza bakıyordum: Meclisin bütün karmalığı bu yuvarlak sofranın etrafında idi. Cumhuriyet hepimiz için ayrı bir şeydi. Bazıları Tanzimatçı bile değildirler. Mustafa Kemal'in ne kadar tehlikeli bir mesuliyet yüklenmiş olduğunu gözlerimle görüyordum. Eğer, bütün müeseseleri ve bizi Batı'dan ayıran gelenekleri ile eski düzeni yıkmaz, bütün müesseseleri ve bizi Doğu'dan ayıran gelenekleri ile yeni düzeni kurmazsak, devrimci Mustafa Kemal tarihi vazifesini yapmazsa, hiçbir şey kazanmış olamazdık...
Sabaha doğru uyuduk. Ertesi gün İstanbul gazetelerinde kıyamet koptuğunu duyduk. Sonradan Terakkiperer Cumhuriyet Fırkasını kuran paşalar ve şahsiyetler, gizli muhalefetlerine daha açık bir hal vermişlerdi. Her zaman bizden kalmış bir dostumdan 31 Ekim'de aldığım bir mektupta İstanbul'un o sıradaki havası kolayca hissedilebilir:
"Cumhuriyete diyecek yok. Fakat ilan tarzına bayıldık. Oyun pek mahirane tertip edilmiş, Millet Meclisi azasının çoğundan saklanmıştır. Doğrusu hakimiyet-i milliye prensibinin cari olduğunu her versile ile tekrar ettiğimiz bir devirde devlet şeklinin tesbit edilmesi gibi bir meselenin böyle yapılıvermesi kolaylıkla hazmedilebilecek bir şey değildir."
Bütün parola bu idi.
Trabzon mevki komutanı Kazım Paşa (Orbay) o gece top atarak Cumhuriyetin ilanını kutlamak emri almış ve yerine getirmişti. Trabzon'da bulunan Kazım Karabekir:
"- Nedir bu toplar?" diye sordu. Kazım Paşa, Cumhuriyetin ilan edildiği cevabını verince:
"- Neden bana sormadınız?" dedi.
"- Sorsaydım top atmamaklığımı mı emredecektiniz?"
"- Hayır ama... Biz bunu konuşmamıştık!" dedi.
Mustafa Kemal'in Avrupa Seyahatleri [Atay]
Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay:
Mustafa Kemal bir memleketli idi. Avrupa'ya birkaç defa "uğramıştır". İlk seyahatlerine dair tuhaf fıkralar anlatırdı. Fethi Bey ataşemiliter olduğu vakit Paris'e gitmişti. Selanik'te şapka ve sivil esvap almak üzere bir mağaza seçmiş. uzun tüylü tirol şapkasından pek hoşlanmış ve saın alarak valizine koymuş, Fethi Bey vestiyerde o şapkayı görünce:
- Bu da ne Kemal? diye hayret etmiş.
Mustafa Kemal ise onun hayretine şaşmış:
- Beğenmedin mi? Mağazada en çok onu beğendim.
- Sokakta bu şapka ile kimseyi gördün mü?
Hemen orada kendi şapkalarından birini vermiş.
Grand Hotel'de telefonla hizmet ettirmeyi bir türlü beceremedikleri için, kahvaltı istemek üzere, yatak odasının kapısında arkadaşı ile bir garson yakalamak için nasıl nöbet tuttuklarını gülerek hikaye ederdi.
Büyük harbde tedavi olunmak üzere Viyana ve Karlsbat'da bulunmmuştu. O seyahatten kalma bir hatıra defterini ara sıra okurdu. Defter, Fransızca idi. Zannederim, bir kadından Fransızca ders almış olmalıdır. Fransızcayı az konuşmakla beraber, okuduklarını anlayabilecek kadar bilirdi.
Sabırla ve Sinerek Beklemek, Tertip ve Zaferi Türbeye Kaptırmak [Atay]
Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay:
Beklemek, sabırla, fakat hazırlayarak, yoklayarak, hatta sinerek, her vakanın hakkını vererek beklemek!
Bir defa Saraçoğlu kürsüde arap kültürü diye tutturduğu vakit hocalar ayaklanmışlar, hatibi dövmek için kürsüye doğru yürümüşlerdi. Saraçoğlu, acaba kendimi üzerlerine mi atsam, ne yapsam, diye düşündüğü sırada kapıdan Vasıf ve arkadaşları girerek kürsüye koştular ve bir kavga cephesi kurdular. Böylece hocaların ayaklanışı sonuna kadar gitmedi. O akşam Mustafa Kemal Saraçoğlu'na diyordu ki:
- Bak çocuk, büyük bir hata ettin. Ya seni dövselerdi ne olurdu. Yapacağımızı bir müddet daha geri bırakmaya mecbur kalırdık. Böyle şeyler tertip ister. Daha önce bize haber vermelisiniz. Hazırlıklı olmalıyız.
Sonra şu fıkrayı anlatmıştı:
- Sakarya'dan dönmüştüm. İstasyona çıkınca hocaların beni Hacı Bayram'a götüreceklerini haber verdiler. Baktım ki, Mehmetçiğin zaferini türbeye kaptıracağız. Red de edemezdim, kalabalık arasında yavaş yavaş yürüyerek bir tertip düşünüyordum. Tam Meclisin önüne gelince, birden ayrıldım, balkona çıkarak nutuk söylemeye hazırlandım. Halk da milletvekillerine katılarak karşımda bir dinleyiciler kalabalığı toplandı. Söyledim, sonra içeriye girdim. Program bu olmuş oldu.
İlk Meclis Binası
1923'de birbuçuk katlı Meclis binasına giriyoruz. Bu bina, meşrutiyet devrinde İttihat ve Terakki Fırkası tarafından ihale ile yaptırılmıştır. Kapının karşısında reis yaverlerinin de oturduğu bir bekleme odası. Koridor üzerinde sağda küçük bir oda reise ayrılmıştır. Solda büyük bir oda var ki, Bakanlar, milletvekilleri burada buluşurlar. Mustafa Kemal de umumî temaslarda bulunmak için buraya gelir ve dipteki yazı masasında oturur. Toplantı salonu sıkıcı ve bozuk ışıklıdır. İki yanında merdivenle çıkılan dar dinleyici balkonları vardır. Dinleyiciler de, milletvekilleri gibi, aynı koridordan geçerek, aynı salon kapısından girip balkona çıkarlar. Milletvekillerinin oturmaları için ancak eski mektep sıraları bulunabilmiştir.
Millî Hâkimiyet rejimi, 23 Nisan 1920'de, eski bir siyasi partinin bir vilayet merkezindeki bu kulüp binasında kurulmuştu. Kuvay-ı Milliye devri bu çatının altında geçmiştir. Padişahlık bu sıralarda oturanların oyları ile kaldırılmıştır. Sonradan Cumhuriyet Halk Partisi merkezi için kullanılmak üzere, birçok tadilatlar yapıldığından, şimdi aynı binanın içinde eski havayı yakalamak bile çok güç. O dekor olduğu gibi kalmalı idi. Yeni devrin başlıca hatırası idi. Bu hatırayı bozmak günahını, Halk Partisi umumi katibi Recep Peker'i affedemem.
I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Saltanatı
Tarihimizde değişmeyecek gerçek şudur: Biz Birinci Dünya Harbine girmeyebilirdik, girdik. Girmeseydik ne olacağı üzerine herkes bir hayal yürütebilir. Fakat girdiğimiz için Osmanlı Saltanatı battı.
Ali Kemal'in Katledilişi
İzmit'in bizler için bir fena hâtırası vardır. Beyoğlu'nda Cercle d'Orient (şimdiki Büyük Kulüp) altındaki berberde tıraş olurken, Komiser Cemil ve arkadaşları Ali Kemal'i tutmuşlar ve bir motorla İzmit Körfezine kaçırmışlardı. Henüz işgal kuvvetleri İstanbul'da olduğundan Ali Kemal, kendisinin emniyette olduğunu sanıyordu.
Ali Kemal Ankara'ya gönderilecek ve orada yargılanacaktı. İzmit'te bulunan Nureddin Paşa, Peyam-ı Sabah başyazarını alıkoydu. Ordu hukuk müşavirliğinde bulunan rahmetli Necip Ali, komutanın emri üzerine, kendisini sorguya çekti. Necip Ali'nin sonradan bana anlattıklarına göre Ali Kemal, büyük bir kaygı duymuyormuş. Anadolu'nun böyle bir zafer kazanacağını asla ummadığını, memleketin menfaatini bir uzlaşmada gördüğü için kanaat mücadelesi yaptığını söylüyormuş. Sonra kendisini Nureddin Paşa'nın çağırdığını haber vermişler. Yanına girince:
— Artin Kemal sen misin? demiş.
Ali Kemal, sesi bile titremeksizin:
— Hayır Paşa Hazretleri, ben Artin Kemal değilim, Ali Kemal'im, demiş.
Komutan:
— Onu mahkemede anlatırsın! Cevabını vermiş, ve:
— Çık dışarı! diye kovmuş.
Halbuki daha önce bazı neferleri sivil giydirerek Ali Kemal'i linç etmek için hazırlatmıştı. Komutanlık kapısından biraz uzaklaşınca taşlarla üzerine hücum etmişler. Bir subaya sarılmış. Kuvvetli de bir adamdı. Koparır gibi almışlar ve taşla öldürmüşler. Üstü param parça köprünün üstüne asmışlar.
Sözde bu Lausanne'a gitmek üzere o akşam İzmit'e gelecek olan İsmet Paşa ve arkadaşlarına bir şenlik tertibi idi, İsmet Paşa daha uzaktan meşalelerle aydınlanan bu korkunç sehpayı görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmıyarak aralarında yalnız kalacakları binaya kadar öyle gitmiş. Orada Nureddin Paşa'ya söylemediğini bırakmamış. Mustafa Kemal de bu vakadan tiksinerek bahsederdi.
Kaynak: Çankaya, Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay
Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır. O, fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
— Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder, demişti.
Falih Rıfkı ATAY
Kaynak: Falih Rıfkı Atay - Babamız Atatürk
CUMHURIYETIN ILANI
Eski Türkiye"de Cumhuriyet Kavramı
Eski Türkiye'de "Cumhuriyet" sözü "Şapka" sözü kadar kötü ve korkulu idi. Yobaz lugatındaki manası ise "gavurluk" mahiyetinde idi. Gerçi Tanzimat'tan sonraki edebiyatta ilk Halifeler rejiminin Cumhuriyet demek olduğu gibi bir iki fıkraya tesadüf olunabilir. Fakat eski Türkiye'de hiçbir zaman Cumhuriyetçilik diye bir fikir akımı olmamıştır. Olmasına da imkan yoktu. Bir Osmanlıya Cumhuriyetçi demek, o zaman için "gavur" demek, bugün için "komünist" demek gibi bir şeydi...
Nihayet 1923 Ekiminin son günleri gelip çatar. 28'i 29'a bağlayan gece ... yemekte bulunanların çoğu, asker milletvekilleri idi. Aralarında Hariciye vekili İsmet Paşa da vardı. Mustafa Kemal, sabaha doğru, Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna şu fıkranın eklenmesine karar verdiler: "Türkiye devletinin şekli, Hükümet-i Cumhuriyedir."
Eski rejimin son günü idi. Bunu bilenler az, bilmeyenler çoktu...
Cumhuriyetin İlanının Akşamı
O gece birkaç arkadaş Belediye Bahçesindeki gazinoya giderek geç vakitlere kadar şenlik yaptık. Beraber olduklarımıza bakıyordum: Meclisin bütün karmalığı bu yuvarlak sofranın etrafında idi. Cumhuriyet hepimiz için ayrı bir şeydi. Bazıları Tanzimatçı bile değildirler. Mustafa Kemal'in ne kadar tehlikeli bir mesuliyet yüklenmiş olduğunu gözlerimle görüyordum. Eğer, bütün müeseseleri ve bizi Batı'dan ayıran gelenekleri ile eski düzeni yıkmaz, bütün müesseseleri ve bizi Doğu'dan ayıran gelenekleri ile yeni düzeni kurmazsak, devrimci Mustafa Kemal tarihi vazifesini yapmazsa, hiçbir şey kazanmış olamazdık...
Sabaha doğru uyuduk. Ertesi gün İstanbul gazetelerinde kıyamet koptuğunu duyduk. Sonradan Terakkiperer Cumhuriyet Fırkasını kuran paşalar ve şahsiyetler, gizli muhalefetlerine daha açık bir hal vermişlerdi. Her zaman bizden kalmış bir dostumdan 31 Ekim'de aldığım bir mektupta İstanbul'un o sıradaki havası kolayca hissedilebilir:
"Cumhuriyete diyecek yok. Fakat ilan tarzına bayıldık. Oyun pek mahirane tertip edilmiş, Millet Meclisi azasının çoğundan saklanmıştır. Doğrusu hakimiyet-i milliye prensibinin cari olduğunu her versile ile tekrar ettiğimiz bir devirde devlet şeklinin tesbit edilmesi gibi bir meselenin böyle yapılıvermesi kolaylıkla hazmedilebilecek bir şey değildir."
Bütün parola bu idi.
Trabzon mevki komutanı Kazım Paşa (Orbay) o gece top atarak Cumhuriyetin ilanını kutlamak emri almış ve yerine getirmişti. Trabzon'da bulunan Kazım Karabekir:
"- Nedir bu toplar?" diye sordu. Kazım Paşa, Cumhuriyetin ilan edildiği cevabını verince:
"- Neden bana sormadınız?" dedi.
"- Sorsaydım top atmamaklığımı mı emredecektiniz?"
"- Hayır ama... Biz bunu konuşmamıştık!" dedi.
Mustafa Kemal'in Avrupa Seyahatleri [Atay]
Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay:
Mustafa Kemal bir memleketli idi. Avrupa'ya birkaç defa "uğramıştır". İlk seyahatlerine dair tuhaf fıkralar anlatırdı. Fethi Bey ataşemiliter olduğu vakit Paris'e gitmişti. Selanik'te şapka ve sivil esvap almak üzere bir mağaza seçmiş. uzun tüylü tirol şapkasından pek hoşlanmış ve saın alarak valizine koymuş, Fethi Bey vestiyerde o şapkayı görünce:
- Bu da ne Kemal? diye hayret etmiş.
Mustafa Kemal ise onun hayretine şaşmış:
- Beğenmedin mi? Mağazada en çok onu beğendim.
- Sokakta bu şapka ile kimseyi gördün mü?
Hemen orada kendi şapkalarından birini vermiş.
Grand Hotel'de telefonla hizmet ettirmeyi bir türlü beceremedikleri için, kahvaltı istemek üzere, yatak odasının kapısında arkadaşı ile bir garson yakalamak için nasıl nöbet tuttuklarını gülerek hikaye ederdi.
Büyük harbde tedavi olunmak üzere Viyana ve Karlsbat'da bulunmmuştu. O seyahatten kalma bir hatıra defterini ara sıra okurdu. Defter, Fransızca idi. Zannederim, bir kadından Fransızca ders almış olmalıdır. Fransızcayı az konuşmakla beraber, okuduklarını anlayabilecek kadar bilirdi.
Sabırla ve Sinerek Beklemek, Tertip ve Zaferi Türbeye Kaptırmak [Atay]
Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay:
Beklemek, sabırla, fakat hazırlayarak, yoklayarak, hatta sinerek, her vakanın hakkını vererek beklemek!
Bir defa Saraçoğlu kürsüde arap kültürü diye tutturduğu vakit hocalar ayaklanmışlar, hatibi dövmek için kürsüye doğru yürümüşlerdi. Saraçoğlu, acaba kendimi üzerlerine mi atsam, ne yapsam, diye düşündüğü sırada kapıdan Vasıf ve arkadaşları girerek kürsüye koştular ve bir kavga cephesi kurdular. Böylece hocaların ayaklanışı sonuna kadar gitmedi. O akşam Mustafa Kemal Saraçoğlu'na diyordu ki:
- Bak çocuk, büyük bir hata ettin. Ya seni dövselerdi ne olurdu. Yapacağımızı bir müddet daha geri bırakmaya mecbur kalırdık. Böyle şeyler tertip ister. Daha önce bize haber vermelisiniz. Hazırlıklı olmalıyız.
Sonra şu fıkrayı anlatmıştı:
- Sakarya'dan dönmüştüm. İstasyona çıkınca hocaların beni Hacı Bayram'a götüreceklerini haber verdiler. Baktım ki, Mehmetçiğin zaferini türbeye kaptıracağız. Red de edemezdim, kalabalık arasında yavaş yavaş yürüyerek bir tertip düşünüyordum. Tam Meclisin önüne gelince, birden ayrıldım, balkona çıkarak nutuk söylemeye hazırlandım. Halk da milletvekillerine katılarak karşımda bir dinleyiciler kalabalığı toplandı. Söyledim, sonra içeriye girdim. Program bu olmuş oldu.
İlk Meclis Binası
1923'de birbuçuk katlı Meclis binasına giriyoruz. Bu bina, meşrutiyet devrinde İttihat ve Terakki Fırkası tarafından ihale ile yaptırılmıştır. Kapının karşısında reis yaverlerinin de oturduğu bir bekleme odası. Koridor üzerinde sağda küçük bir oda reise ayrılmıştır. Solda büyük bir oda var ki, Bakanlar, milletvekilleri burada buluşurlar. Mustafa Kemal de umumî temaslarda bulunmak için buraya gelir ve dipteki yazı masasında oturur. Toplantı salonu sıkıcı ve bozuk ışıklıdır. İki yanında merdivenle çıkılan dar dinleyici balkonları vardır. Dinleyiciler de, milletvekilleri gibi, aynı koridordan geçerek, aynı salon kapısından girip balkona çıkarlar. Milletvekillerinin oturmaları için ancak eski mektep sıraları bulunabilmiştir.
Millî Hâkimiyet rejimi, 23 Nisan 1920'de, eski bir siyasi partinin bir vilayet merkezindeki bu kulüp binasında kurulmuştu. Kuvay-ı Milliye devri bu çatının altında geçmiştir. Padişahlık bu sıralarda oturanların oyları ile kaldırılmıştır. Sonradan Cumhuriyet Halk Partisi merkezi için kullanılmak üzere, birçok tadilatlar yapıldığından, şimdi aynı binanın içinde eski havayı yakalamak bile çok güç. O dekor olduğu gibi kalmalı idi. Yeni devrin başlıca hatırası idi. Bu hatırayı bozmak günahını, Halk Partisi umumi katibi Recep Peker'i affedemem.
I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Saltanatı
Tarihimizde değişmeyecek gerçek şudur: Biz Birinci Dünya Harbine girmeyebilirdik, girdik. Girmeseydik ne olacağı üzerine herkes bir hayal yürütebilir. Fakat girdiğimiz için Osmanlı Saltanatı battı.
Ali Kemal'in Katledilişi
İzmit'in bizler için bir fena hâtırası vardır. Beyoğlu'nda Cercle d'Orient (şimdiki Büyük Kulüp) altındaki berberde tıraş olurken, Komiser Cemil ve arkadaşları Ali Kemal'i tutmuşlar ve bir motorla İzmit Körfezine kaçırmışlardı. Henüz işgal kuvvetleri İstanbul'da olduğundan Ali Kemal, kendisinin emniyette olduğunu sanıyordu.
Ali Kemal Ankara'ya gönderilecek ve orada yargılanacaktı. İzmit'te bulunan Nureddin Paşa, Peyam-ı Sabah başyazarını alıkoydu. Ordu hukuk müşavirliğinde bulunan rahmetli Necip Ali, komutanın emri üzerine, kendisini sorguya çekti. Necip Ali'nin sonradan bana anlattıklarına göre Ali Kemal, büyük bir kaygı duymuyormuş. Anadolu'nun böyle bir zafer kazanacağını asla ummadığını, memleketin menfaatini bir uzlaşmada gördüğü için kanaat mücadelesi yaptığını söylüyormuş. Sonra kendisini Nureddin Paşa'nın çağırdığını haber vermişler. Yanına girince:
— Artin Kemal sen misin? demiş.
Ali Kemal, sesi bile titremeksizin:
— Hayır Paşa Hazretleri, ben Artin Kemal değilim, Ali Kemal'im, demiş.
Komutan:
— Onu mahkemede anlatırsın! Cevabını vermiş, ve:
— Çık dışarı! diye kovmuş.
Halbuki daha önce bazı neferleri sivil giydirerek Ali Kemal'i linç etmek için hazırlatmıştı. Komutanlık kapısından biraz uzaklaşınca taşlarla üzerine hücum etmişler. Bir subaya sarılmış. Kuvvetli de bir adamdı. Koparır gibi almışlar ve taşla öldürmüşler. Üstü param parça köprünün üstüne asmışlar.
Sözde bu Lausanne'a gitmek üzere o akşam İzmit'e gelecek olan İsmet Paşa ve arkadaşlarına bir şenlik tertibi idi, İsmet Paşa daha uzaktan meşalelerle aydınlanan bu korkunç sehpayı görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmıyarak aralarında yalnız kalacakları binaya kadar öyle gitmiş. Orada Nureddin Paşa'ya söylemediğini bırakmamış. Mustafa Kemal de bu vakadan tiksinerek bahsederdi.
Kaynak: Çankaya, Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Falih Rıfkı Atay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder